27 Ocak 2012 Cuma

dökümantasyon

türkçede evirip çevirecek olursak, dökümünü yapmak, hem malum olduğu üzere belgelemek, süreci madde madde, tane tane görünür hale getirmeyi getiriyo akla, hem de çoğaltma, orjinalin bi nevi tercümesi manasına geliyor heykelin, ya da sanayinin terimleriyle düşünecek olursak. evvela bir "orijinal"imizin, sonra bu orjinali başka bir materyale tercüme edebilmek için ara safha olarak kalıbımızın, en nihayetinde de bu kalıbın içini doldurup, orjinalin temasını tekrarlayan dökümümüzün olması gerek. 
şu çerçevede döküm, orjinalin izinden üreyen, kendine has dokusu, ağırlığı olan bi temsil.
bu mekanik döküm hikayesini zamana ağır bi şekilde tabi, hatta zamanı en ağırlıklı iletişim aracı, kendine medyum, aracı belirleyen pratiğe, performansa tercüme edebilir miyiz?

sade, başı-sonu belli bi kitap dökümantasyonu projesinden çıkışımdan kalan sorular bunlar. tabi bi hafta öncesinin duvarları boyalı, kendine has bi dokunulmamışlığı, mekanın sağır ve dilsizliğinden ileri gelen başedilmez ağırlığı olan canım okulumun bir proje odasına olan biteni, yapıp ettiklerimi sığdırmaya çalışmanın yenilgisi de var bunun ardında.
bi oda nihayetinde, bomboş. herşeyin birbiriyle konuşması, birbirini ayakta tutması lazım.
ve gösterdiklerimin bi eylemin kalıntıları olduğu düşünülürse, zaten zamanından kopmuş bu yüzer gezer nesneler çok da konuşmuyor ayan beyan. sonra konuşan duvardaki çivi izi, priz evleri, armudun sapı, üzümün çöpü oluyor.
nasıl dökülür peki, nasıl anlatılır, kelime kelime söylemeden?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder